İLMEK İLMEK YAFTA
09 Mart 2024, Cumartesi 13:106 Mayıs 1972 gece saat : 01:40 suları,Mayıs olmasına rağmen Ankara soğuktu , insanın istemsizce dudaklarını birbirine vurduran bir ayaz hakimdi.Çok sisli değildi gece sadece hafif pus vardı. Sessizliğin havaya bile sindiği bu puslu ve soğuk gecede bu sessizliği yırtarcasına bozan ayak sesleri yankılanıyordu hapishanenin nemli ve gri koridorlarında.Koşturmaca benzeri ama nizamı bozmayan bu ayak seslerinden de dört beş kişi oldukları anlaşılıyordu, koğuşa giden kapıların kilitleri uzun anahtarlarla çevriliyor ardından hiç naif olmayacak şekilde demir sürgüler gürültüyle açılıyordu .Soğuk ,nemli ve bir o kadar da kesif küf kokulu duvarların kokusu orada yatanların belleklerine kazınmıştı,kokuya aşinaydılar lâkin ; bu saatte koşturmacaya,şıngırtılı zincir seslerine alışık değildiler,uyananlar koğuştaki diğer mâhkumlarıda uyandırdı,gecenin siyahı süzülüyordu koğuşa ,adına pencere denen camları kırık küçük delikten. Tek kişilik hücresinden çıkardılar Deniz 'i baş gardiyanın odasına getirdiler, ellerini arkadan kelepçelediler . Arka bahçeyi tam cepheden gören büyükçe bir koltuğa oturttular. Ay bile kendini saklıyor bahçeye bir bakış atıp kaçıyordu sanki, bu kaçamak bakışlardan süzülen ışık darağacına değip kayboluyordu .Deniz ise; tam önündeki darağacına dikey açıdan dimdik bakıyordu o gecenin sabaha kavuşamayacağını bilen bir vakurlukla. Bir sigara istedi Deniz ,filtreli bir sigara verdiler,elleri arkadan kelepçeli olduğu için gardiyan içirdi sigarasını,son kederli dumanını bile kendisi çekemedi ciğerlerine ,idama giden değil de gönderenler daha tedirgindi. Babama mektup yazmak istiyorum dedi, yine ellerini çözmediler sen söyle biz yazarız dediler,ölüme giden bir insanın son isteğini bile yarım yamalak,gönülsüzce yerine getirdiler. Daktilo geldi, yakasındaki ve yüzündeki çizgilerden kıdemli olduğu anlaşılan bir gardiyan Deniz'in söylediklerini daktiloda yazdı. Daktilonun tuşlarından çıkan ses daha çok titriyordu ,Deniz ; sesinde en ufak bile bir titreme olmadan düzgün bir Türkçe ile yazdırdı mektubu. Beyaz ölüm gömleğini giydirdiler, yaftayı boynuna astılar,arkadaşlarımı görmek istiyorum dedi,ilk önce itiraz ettiler ,sonra Deniz'in avukatı Halit Çelenk'in itirazı üstüne yine gönülsüzce izin verdiler. İlk önce Hüseyin'i getirdiler onun da elleri arkadan kelepçeliydi ,sarılmadan sadece omuzlarını ve yüzlerini birleştirerek fısıldaştı ve gülüştüler daha doğrusu; gülerek vedalaştılar Hüseyin'i götürdükten sonra Yusuf' u getirdiler ,onla da aynı şekilde vedalaştı ,bir daha göremeyeceklerdi birbirlerini. Deniz'in ayaklarını zincirle bağladılar, botlarımın bağcıklarını bağlayın dedi, apar topar getirdiniz bağlamaya fırsat olmadı ,ölürken ayağımdan düşmesin . Botlarını bağladılar,kesif kokulu gri koridorlardan heyet eşliğinde çıkardılar Deniz'i çıkarken hadi eyvallah diye bağırdı Deniz.
Baş gardiyanın odasından arka bahçeye çıktılar, gecenin siyahı beyaz idam gömleğini yutuyordu adeta, hali hazırda bulunan imam; kelime i şahadet getir dedi Deniz ; hayır istemiyorum dedi , az sonra boynunda olacağı yağlı ilmeğe cepheden bakarken. Deniz ; tabureye ben vuracam dedi, küçük bir masa,masanın üzerinde tabure üç kişi zor çıkarttılar .Tabureye çıktı,ipi kendi geçirmek istedi boynuna başaramadı, ipi cellat geçirdi .( Deniz Gezmiş'in avukatı idamı özel izinle başından sonuna kadar izlemiş öncesinde de orada yaşananlara tanıklık etmiştir, onun beyanatına göre; cellata votka içirmişlerdi gece oraya getirtilene kadar ne amaçla geldiğini dahi bilmiyordu cellat,o dönemler idam yasası olmasına rağmen,ölüm cezasına çarptırılanlar yok denecek kadar azdı , ve bu cellat hastahanade hademelik yapıyordu, gardiyan olmadığı için de hapishanede bile değildi) Deniz vurdu tabureye fakat ; ayakları masaya değiyordu,idamda asıl amaç ; yağlı ipin boyun kemiğini kırıp,idam edilen kişinin kısa sürede ölmesiydi,ipin yani diğer adıyla urganın da boyun kemiğini daha çabuk kırması için yağlı olması bu yüzdendi. Deniz'in boyu uzun olduğu için ya da her nasılsa ! ölçüler ona göre ayarlanmadığı için,ayakları masaya değiyor ve bir türlü boyun kemiği kırılıp ,son nefesini veremiyordu . İdamı izleyen savcı masayı çekin diye bağırdı ,masayı çektiler ,doktor gidip baktı nabız atıyordu,belli aralıklarla bu kontrol işlemi üç kere yapıldı,tam kırk yedi dakika sonra Deniz son nefesini verdi boynu kırılarak değil,ipte boğularak ,yani ;emin olmamakla birlikte ölüm cezası almış bir kişiyi o cezayı uygularken bile işkence ettiler ya da her şeyin hesabını yaptılar,her ikisi de ihtimal dahilinde bile olsa iki sonuçta vicdansızlıktı. Bu ölüm mücadelesinde , Deniz'in boynunda ki yaftaya salgılar aktı ağzından .( yafta; idamı kesinleşen mahkumların,idam elbisesi giydirildikten sonra , boyunlarına asılan ve neden bu cezayı aldıklarını kanun numarasıyla açıklayan yazı). On beşer dakika arayla önce Hüseyin'i sonra da Yusuf'u astlar, onların idamı kurallara uygun normal idam oldu, üç dört dakika içinde boyunları kırılarak yaşama veda ettiler ,yaftaları temiz kaldı.Deniz Gezmiş,Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın kalemini kırıp idam kararını veren hakim; 17 Nisan 2010 tarihinde yemek yerken,soluk borusuna kaçan yemekle boğularak öldü, boynunda fiziki bir yafta yoktu ama vicdan yaftası ,içini salyalara boğmuştur belki. Günümüzde de öyle değil mi, herkes birbirini yaftalıyor, yaftanın mânasını bile bilmeyenler ,çıkar uğruna karşısındakine yapıştırıyor yaftayı ,para için ağzının sularını akıtıyorlar, kalpleri ve vicdanları salgılarla kapanmış bu kişilerin boynuna asılacak yaftada bulunmaz . YAFTASIZ VE ÇIKARSIZ GÜNLER GÖRMEK DİLEĞİYLE.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.